bugün
- icardi1905 silik olsun kampanyası16
- evlenmezsek yaşlanınca ne yapacağız sorunsalı9
- ali erbaş11
- susmayan durmayan israile gemi ticareti9
- icardi190510
- online olup entry girmeyen yazarlar8
- bebek kokusu8
- anın görüntüsü18
- bülent uygun15
- haçta iken sevgili ile sevişmek günah mıdır10
- chp genel merkezi önündeki aşırı üks araçlar10
- yakışıklı erkeği çirkin gösterecek şeyler11
- chp'li o tekin'in öcalan'ın fotosu ile pozu21
- sözlük yazarlarının pankekleri14
- çirkin erkeği yakışıklı gösterecek şeyler10
- belediyeler el değiştirince bütün foyalar döküldü23
- ismail kartal12
- akp seçmeni14
- sivasspor'a verilen penaltı27
- sinemaların batma aşamasına gelmesi22
- patiswiss17
- 23 nisan ulusal egemenlik ve çocuk bayramı14
- bir kadında ilk baktığınız yer neresi19
- 22 nisan 2024 sivasspor fenerbahçe maçı31
- trollerin karışması8
- fenerbahçe12
- yoga eğitmeni uzun boylu motorcu şamatacı erkek9
- her yaptığı yemeği paylaşan kızın amacı8
- profesyonel fotoğraf makinası tavsiyeleri10
- türk kızlarının beğenmediği erkek tipi13
- inmesi binmesinden daha zor olan şeyler14
- stanleywhite10
- kalbin sadece bir kişiyi seveceği saçmalığı9
- junkman8
- siklememenin getirdiği huzur9
- fenerbahçe'nin bu sene de şampiyon olamaması8
- galatasaray9
- bakire misin diye soran erkek12
- xdearm8
- johnny bellington14
- icardi1905'in adam gibi adam olması15
- binali yıldırım'ın servet15
- mersinden kıbrısa yüzmek12
- sözlükte fake alacak kadar ezik olmak8
- güzel kızların size abi demeye başlaması11
- arda güler9
- türk kızlarının zenci sevdası13
- bir insan sizi ne kadar kırabilir13
- şu anda çalan şarkı11
- sevgili kendim12
entry'ler (1117)
Konuşmaya başladıktan sonra insanın içinde Saçlarını ele dolayıp kafasını duvarlara vurma isteği yaratırlar.
Cyndi lauper-girls just wanna have fun.
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadın erkeğe dedi ki:
-Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana.
Ve ben artık
biliyorum:
Toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini.
Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak.
Sen
yürümelisin,
beni bırakarak.
Kadın sustu.
Sarıldılar.
Bir kitap düştü yere,
kapandı bir pencere,
Ayrıldılar.
Nazım hikmet ran - bir ayrılış hikayesi.
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadın erkeğe dedi ki:
-Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana.
Ve ben artık
biliyorum:
Toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini.
Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak.
Sen
yürümelisin,
beni bırakarak.
Kadın sustu.
Sarıldılar.
Bir kitap düştü yere,
kapandı bir pencere,
Ayrıldılar.
Nazım hikmet ran - bir ayrılış hikayesi.
Bugün tam bir "pazar günü çocuklarını dışarı yollamış anne" modundaydım. Sabah ben daha gözümü açamadan annem "bununla şu olur mu?, şununla bunu giysem mi?, bunu taksam mı?" Diye bana sorular sormaya başlamıştı. Ben "hı, hı çok güzel olmuş." Deyince beğenmeyip "beni geçiştirme hı hı diyerek!" Demeye başladı, ama göz kapaklarımla dünya savaşındaydım, haberi yok. Sonra evi toplayıp süpürdüm, sildim, mutfağı toplayıp balkonu yıkadım, çamaşır yıkadım vs. Benim çocuklar "dışarıda yeriz biz." Deyince yemek yapmadım ama üzümlü zebra kek yaptım yani. *
Yaklaşık iki saat önce gerçekten çok güzel bir gelinlik içinde bir kızcağız gördüm. Ama kız 34 beden, hatta bence daha küçüktü bu yüzden gelinliği eziyetle taşıyormuş gibi geldi bana.
Ayrıca şahsım adına etkikenmeme nedenlerim;
1. Vücudumun biçimsiz olması,
2. Gelinliğin ağırlığını taşımak istememem,
3. Üzerimde gelinlik varken ortamdaki ilgiyi çekme durumundan hoşnut olmamam.
Ayrıca şahsım adına etkikenmeme nedenlerim;
1. Vücudumun biçimsiz olması,
2. Gelinliğin ağırlığını taşımak istememem,
3. Üzerimde gelinlik varken ortamdaki ilgiyi çekme durumundan hoşnut olmamam.
Sevgili dost,
Bazı kuyuların suyu içilmez, acıdır. bazı kuyular derindir, görünmez suyu. bazı kuyular kördür, göremezler. Benim kuyum, benim kuyum sevgili dostum öyle derindir ki, içine taş attığın zaman suyun sesini duyamazsın. Bağırsan sesin geri gelmez. Bakracı sarkıtsan ip yetmez.
Yalnızlığın bana yakıştığını söylüyorlar. iyi duruyormuş üzerimde; renkleri sade ve uyumluymuş. Dikimi kusursuzmuş. Bu mahir terzinin adını öğrenmek istiyorlar. Söyler miyim hiç!
Sevgili dost,
Bana bencilce hareket ettiğimi söyleme sakın. insanlara güvenimi kaybettim. Terzimin adını sadece deniz fenerlerine ve kızkulesi'ne verdim. Galata kulesi de istedi ama reddettim onu. Çünkü o her gece koynuna yabancıları alıyor. Yalnızlık senin neyine, dedim. Neyine senin yalnızlık!
Albert camus da tanıyormuş terzimi. Nereden mi öğrendim? Şu satırlarından:
"Son yıllarda gördüklerimiz bizde bir şeyi kırdı. Bu şey insanın güvenidir; o güven ki insanlığın dilini konuştuk mu, bir başkasından insanca karşılık göreceğimize inandırdı bizi. Gözlerimizin önünde yalan söylediler, insanı küçülttüler, öldürdüler, sürdüler, işkencelere soktular. Ve hiçbir sefer bunu yapanları yaptıklarının kötü olduğuna inandırmak mümkün olmadı. Çünkü kendilerinden çok emindiler. insanlar arasında sürüp giden uzun diyalog bitti."
Madem ki diyalog bitti, o halde red kit gibi atıma binip, "ben yalnız bir kovboyum" şarkısını söyleyerek yola koyulmalıydım. Islığım karanlığa karışmalı, karanlık, ıslığımdan korkmalıydı.
Ne gezer! Çok geçmeden önüme bir karaltı çıkmış, korkan ben olmuştum. Sonradan adının epictetus olduğunu öğrendiğim biri, " çocuk, nereye gidiyorsun?" Diyerek beni durdurmuş, atımdan indirdikten sonra kulağıma şunları fısıldamıştı:
"Yalnız kalınca çocuklar ne yaparlar? eğlenirler, çakıl taşı ve kum toplayarak küçük kubbeler yaparlar ve biraz sonra da onları yıkarlar. Böylece eğlenceleri hiç eksik olmaz. Onların çocukluk ya da akıl eksikliği yüzünden yaptıklarını kültür ve akıl ile yapamaz mısın? Her taraf çakıl ve kum dolu. Aslında içimizde inşa edecek ve yıkacak o kadar çok şey var ki! Yalnızlıktan hiç şikayet etmeyelim."
Demek ki yalnızlıktan şikayet ediyordum. Demek içimizde inşa edip yıkacak çok şey vardı. Epictetus içimizdeki harabeleri görmediğinden böyle konuşuyordu. Yoksa, her taşı özenle yerleştirildikten sonra çöken bunca sarayın ardından, "inşa edip yıkacak çok şey var!" Der miydi?
Sevgili dost,
Epictetus ıssız bir adaya düşse yanına ne alırdı? Ya ıssız bir odaya düşse?
(bkz: ali ural)
(bkz: posta kutusundaki mızıka)
Bazı kuyuların suyu içilmez, acıdır. bazı kuyular derindir, görünmez suyu. bazı kuyular kördür, göremezler. Benim kuyum, benim kuyum sevgili dostum öyle derindir ki, içine taş attığın zaman suyun sesini duyamazsın. Bağırsan sesin geri gelmez. Bakracı sarkıtsan ip yetmez.
Yalnızlığın bana yakıştığını söylüyorlar. iyi duruyormuş üzerimde; renkleri sade ve uyumluymuş. Dikimi kusursuzmuş. Bu mahir terzinin adını öğrenmek istiyorlar. Söyler miyim hiç!
Sevgili dost,
Bana bencilce hareket ettiğimi söyleme sakın. insanlara güvenimi kaybettim. Terzimin adını sadece deniz fenerlerine ve kızkulesi'ne verdim. Galata kulesi de istedi ama reddettim onu. Çünkü o her gece koynuna yabancıları alıyor. Yalnızlık senin neyine, dedim. Neyine senin yalnızlık!
Albert camus da tanıyormuş terzimi. Nereden mi öğrendim? Şu satırlarından:
"Son yıllarda gördüklerimiz bizde bir şeyi kırdı. Bu şey insanın güvenidir; o güven ki insanlığın dilini konuştuk mu, bir başkasından insanca karşılık göreceğimize inandırdı bizi. Gözlerimizin önünde yalan söylediler, insanı küçülttüler, öldürdüler, sürdüler, işkencelere soktular. Ve hiçbir sefer bunu yapanları yaptıklarının kötü olduğuna inandırmak mümkün olmadı. Çünkü kendilerinden çok emindiler. insanlar arasında sürüp giden uzun diyalog bitti."
Madem ki diyalog bitti, o halde red kit gibi atıma binip, "ben yalnız bir kovboyum" şarkısını söyleyerek yola koyulmalıydım. Islığım karanlığa karışmalı, karanlık, ıslığımdan korkmalıydı.
Ne gezer! Çok geçmeden önüme bir karaltı çıkmış, korkan ben olmuştum. Sonradan adının epictetus olduğunu öğrendiğim biri, " çocuk, nereye gidiyorsun?" Diyerek beni durdurmuş, atımdan indirdikten sonra kulağıma şunları fısıldamıştı:
"Yalnız kalınca çocuklar ne yaparlar? eğlenirler, çakıl taşı ve kum toplayarak küçük kubbeler yaparlar ve biraz sonra da onları yıkarlar. Böylece eğlenceleri hiç eksik olmaz. Onların çocukluk ya da akıl eksikliği yüzünden yaptıklarını kültür ve akıl ile yapamaz mısın? Her taraf çakıl ve kum dolu. Aslında içimizde inşa edecek ve yıkacak o kadar çok şey var ki! Yalnızlıktan hiç şikayet etmeyelim."
Demek ki yalnızlıktan şikayet ediyordum. Demek içimizde inşa edip yıkacak çok şey vardı. Epictetus içimizdeki harabeleri görmediğinden böyle konuşuyordu. Yoksa, her taşı özenle yerleştirildikten sonra çöken bunca sarayın ardından, "inşa edip yıkacak çok şey var!" Der miydi?
Sevgili dost,
Epictetus ıssız bir adaya düşse yanına ne alırdı? Ya ıssız bir odaya düşse?
(bkz: ali ural)
(bkz: posta kutusundaki mızıka)
Türkiye şartlarında 160larda gezinmesi gereken.
Cebe düşman marka. Ama buna rağmen kadınlar almaya devam ettiği için giderek yayılıyor.
Yazarların unutkanlık seviyeleri başlığı olmadığı için buraya salça olacağım.
Bir keresinde iş çıkışı para çektikten sonra kartımı atmde unutmuşum, sağolsun benden sonraki kişi müşteri hizmetlerini aramış, beni de facebooktan bulup mesaj atmış ki ben kartımı unuttuğumu o şekilde farkettim.
Neyse benim yeni banka kartım geldi, ben tam paramı çekip atmden ayrılacakken arkadan bir ses "kartınızı unuttunuz!"
Tabi Bu olay yaşandıktan bir yıl sonra bankamın atmden ilk önce banka kartını verme kararı alması hayatın bana attığı kazıklardan biridir diye düşünüyorum.
Bir keresinde iş çıkışı para çektikten sonra kartımı atmde unutmuşum, sağolsun benden sonraki kişi müşteri hizmetlerini aramış, beni de facebooktan bulup mesaj atmış ki ben kartımı unuttuğumu o şekilde farkettim.
Neyse benim yeni banka kartım geldi, ben tam paramı çekip atmden ayrılacakken arkadan bir ses "kartınızı unuttunuz!"
Tabi Bu olay yaşandıktan bir yıl sonra bankamın atmden ilk önce banka kartını verme kararı alması hayatın bana attığı kazıklardan biridir diye düşünüyorum.
Yüzbaşı Selahattin - Baba Mektupları
Çocuklarıma,
Çocuklarından ayrılmak, onlardan ayrı yaşamak bir baba için güçtür. Çünkü: Hayat; çocukluk, gençlik, olgunluk, ihtiyarlık gibi parçalara ayrılarak akar ve biter. insanlar bu çağların hepsinde başka başka fikir ve hislere sahip olurlar. Çocukken sevilen, düşünülen şeyler gençlikte bir mana vermez. Bir genç için çok önemli olan şey olgunlukta kıymetini kaybetmiştir. ihtiyar bir adam, oturup da geçen günlerini düşündüğü zaman, evvelce yaşadığı acı, tatlı ve heyecanlı zamanlara hayretle bakar, bütün bunlar için sarf edilmiş emekleri hüsranla sezer. Fakat bütün bunlara rağmen insanların her çağda tek bir ihtiyaçları vardır. Aldanmak ve avunmak.
Sizin yaşlarınız en çok aldanarak avunulan yaştır. Bizim yaşımız ise artık avunulacak ve aldanacak bir şeyin kalmadığı yaştır. Siz hayata başlıyorsunuz. Biz bitiriyoruz.
işte, gidenle gelenin birlikte hayatı demek olan aile, bir ihtiyar için en çok avunulan bir ocaktır. Sizden ayrıldıkça, bu avunmasını kaybeden ve yalnız hakikatlerle karşı karşıya kalan kupkuru bir varlık oluyorum ve onun için size uzak kalmaktan azap duyuyorum.
Bu toprak üstü yaşayışı dediğimiz hayatta nihayet kırk-elli senenin yekünu olan varlığımızın birgün hiçe ineceğini şüphesiz hepimiz biliyoruz. Geçen günler insana bu anın yaklaştığı haberini veren bir çan vazifesini görür. Beraberce yaşadığınız ve toprak üstü yaşayışında ortak hatıralarınız olan insanların birer birer hayattan çekilişi size son saatlerinizin gelmekte olduğunu haber veren bir yelkovan gibidir. Bu itibarla, her yaşlı, kendisinden daha az yaşlı adamdan fazla bu toprak üstü varlığının bitim hüsranını yaşar. Bundan dolayıdır ki, bir genç için kaybedilmiş herhangi arzunun tekrarı mümkündür. Fakat bir yaşlı için her kaybolan huzur ve saadet bir daha tekrarlanmayacak gibi gelir. Bu yüzden de yaşlı bir insan, genç insandan fazla azap duyar.
işte, ben de, sizin cıvıldayan, gülen, koşan, titizleşen varlığınızdan ve heyecan dolu muhitinizden uzakta, yalnız, kupkuru bir ömür yaşarken elbette ki azap duyuyorum. Kendime bu azaplı günlerden bir saadet çıkartmak için bulduğum çare, sizleri bu toprak üstü ömrünüzde daha mesut ve daha şen yaşatacak imkanları hazırlayabilmek. Ben bunu yaparken ya da yaptığımı zannederken hissettiğim ümitle üzüntümü azaltıyorum. Hele bu ümitlerimin hakikat olduğunu görmek, ayrılığın azabının büyük birer sevinç ve saadet vesilesi olmasına sebep olacaktır.
Bu ilk mektubumda, istanbul'da sizinle olan temasımın bende bıraktığı intibaları yazmak istiyorum. Başlamadan evvel, size yazacağım bu şeylerin manasını iyice anlatabilmiş olmak için biraz bilgi vereceğim.
insanların bu toprak üstü yaşayışında daha mesut olmasını isteyen, bilginler ve büyük adamlar bunun için bir çok öğüt vermişlerdir. Bu öğütleri yapabilenler bu toprak üstü yaşayışında mesut ve şen olabilmişlerdir. Bu öğütlerden en mühimi, bundan ikibinüçyüz sene evvel "Kendini bil" diyen Sokrates'in sözüdür. Ciltlerle yazıya dayanak olacak bu kısa sözü ben size bir mektupla ifade edemem. Siz bütün ömrünüzce okuyarak, görerek, dinleyerek hergün biraz daha fazla "Kendini bil" tabiri ile söylenen fikrin manasını anlayacaksınız.
Bugünlük size, anlayacağınız ve benim anlatabileceğim kadarını söyleyeyim.
Kendini bil sözünden siz bugün şu kadarını öğrenin:
Dünyaya gelmekte veya gelmemekte insanın kendisinin ne bir arzusu ve ne de bir iradesi vardır. insan dünyaya ebeveyninin arzuları ile gelmiştir. Şu halde, varlığının esasını başkalarının arzu ve keyfi teşkil etmiştir.
Vatanını, milletini, dilini, dinini, anasını, babasını, kardeşini insan kendisi seçmiş ve ayırt etmiş değildir. Şu halde benimdir diye iddia edip sevdiği şeyler "Senindir ve seveceksin denen" şeylerdir.
Düşündüğü, bildiği ve bundan dolayı ben yapıyorum diye güvenip gurur duyduğu şeyleri, insan kendisi bulmuş, kendisi düşünmüş, kendisi bilmiş değildir. Birilerinden öğrenip görmüştür. Bundan dolayı, bunlar da kendisinin değildir.
insan bizzat cemiyet içinde hayatını kazanmaya başlayacağı günü de kendisi seçmiş değildir. Bu yolu ya büyükleri ya da hayatın zarureti emretmiştir. Bunda da kendisinin bir sıfatı ve hakkı yoktur. insan yaşamalarını arzu ettiği kişilerin birçoklarını birer birer, ya hayatta iken onlardan uzaklaşarak ya da onların hayattan çekilmeleri ile kaybeder ki, bu konuda da vaziyete hakim değildir ve bunlara boynunu bükerek itaat eder.
Nihayet insan bilmediği ve beklemediği bir günde kendi yok olur. Bu yok oluş da, kendisinin arzusu veya iradesi dahilinde değildir.
Çocuklarıma,
Çocuklarından ayrılmak, onlardan ayrı yaşamak bir baba için güçtür. Çünkü: Hayat; çocukluk, gençlik, olgunluk, ihtiyarlık gibi parçalara ayrılarak akar ve biter. insanlar bu çağların hepsinde başka başka fikir ve hislere sahip olurlar. Çocukken sevilen, düşünülen şeyler gençlikte bir mana vermez. Bir genç için çok önemli olan şey olgunlukta kıymetini kaybetmiştir. ihtiyar bir adam, oturup da geçen günlerini düşündüğü zaman, evvelce yaşadığı acı, tatlı ve heyecanlı zamanlara hayretle bakar, bütün bunlar için sarf edilmiş emekleri hüsranla sezer. Fakat bütün bunlara rağmen insanların her çağda tek bir ihtiyaçları vardır. Aldanmak ve avunmak.
Sizin yaşlarınız en çok aldanarak avunulan yaştır. Bizim yaşımız ise artık avunulacak ve aldanacak bir şeyin kalmadığı yaştır. Siz hayata başlıyorsunuz. Biz bitiriyoruz.
işte, gidenle gelenin birlikte hayatı demek olan aile, bir ihtiyar için en çok avunulan bir ocaktır. Sizden ayrıldıkça, bu avunmasını kaybeden ve yalnız hakikatlerle karşı karşıya kalan kupkuru bir varlık oluyorum ve onun için size uzak kalmaktan azap duyuyorum.
Bu toprak üstü yaşayışı dediğimiz hayatta nihayet kırk-elli senenin yekünu olan varlığımızın birgün hiçe ineceğini şüphesiz hepimiz biliyoruz. Geçen günler insana bu anın yaklaştığı haberini veren bir çan vazifesini görür. Beraberce yaşadığınız ve toprak üstü yaşayışında ortak hatıralarınız olan insanların birer birer hayattan çekilişi size son saatlerinizin gelmekte olduğunu haber veren bir yelkovan gibidir. Bu itibarla, her yaşlı, kendisinden daha az yaşlı adamdan fazla bu toprak üstü varlığının bitim hüsranını yaşar. Bundan dolayıdır ki, bir genç için kaybedilmiş herhangi arzunun tekrarı mümkündür. Fakat bir yaşlı için her kaybolan huzur ve saadet bir daha tekrarlanmayacak gibi gelir. Bu yüzden de yaşlı bir insan, genç insandan fazla azap duyar.
işte, ben de, sizin cıvıldayan, gülen, koşan, titizleşen varlığınızdan ve heyecan dolu muhitinizden uzakta, yalnız, kupkuru bir ömür yaşarken elbette ki azap duyuyorum. Kendime bu azaplı günlerden bir saadet çıkartmak için bulduğum çare, sizleri bu toprak üstü ömrünüzde daha mesut ve daha şen yaşatacak imkanları hazırlayabilmek. Ben bunu yaparken ya da yaptığımı zannederken hissettiğim ümitle üzüntümü azaltıyorum. Hele bu ümitlerimin hakikat olduğunu görmek, ayrılığın azabının büyük birer sevinç ve saadet vesilesi olmasına sebep olacaktır.
Bu ilk mektubumda, istanbul'da sizinle olan temasımın bende bıraktığı intibaları yazmak istiyorum. Başlamadan evvel, size yazacağım bu şeylerin manasını iyice anlatabilmiş olmak için biraz bilgi vereceğim.
insanların bu toprak üstü yaşayışında daha mesut olmasını isteyen, bilginler ve büyük adamlar bunun için bir çok öğüt vermişlerdir. Bu öğütleri yapabilenler bu toprak üstü yaşayışında mesut ve şen olabilmişlerdir. Bu öğütlerden en mühimi, bundan ikibinüçyüz sene evvel "Kendini bil" diyen Sokrates'in sözüdür. Ciltlerle yazıya dayanak olacak bu kısa sözü ben size bir mektupla ifade edemem. Siz bütün ömrünüzce okuyarak, görerek, dinleyerek hergün biraz daha fazla "Kendini bil" tabiri ile söylenen fikrin manasını anlayacaksınız.
Bugünlük size, anlayacağınız ve benim anlatabileceğim kadarını söyleyeyim.
Kendini bil sözünden siz bugün şu kadarını öğrenin:
Dünyaya gelmekte veya gelmemekte insanın kendisinin ne bir arzusu ve ne de bir iradesi vardır. insan dünyaya ebeveyninin arzuları ile gelmiştir. Şu halde, varlığının esasını başkalarının arzu ve keyfi teşkil etmiştir.
Vatanını, milletini, dilini, dinini, anasını, babasını, kardeşini insan kendisi seçmiş ve ayırt etmiş değildir. Şu halde benimdir diye iddia edip sevdiği şeyler "Senindir ve seveceksin denen" şeylerdir.
Düşündüğü, bildiği ve bundan dolayı ben yapıyorum diye güvenip gurur duyduğu şeyleri, insan kendisi bulmuş, kendisi düşünmüş, kendisi bilmiş değildir. Birilerinden öğrenip görmüştür. Bundan dolayı, bunlar da kendisinin değildir.
insan bizzat cemiyet içinde hayatını kazanmaya başlayacağı günü de kendisi seçmiş değildir. Bu yolu ya büyükleri ya da hayatın zarureti emretmiştir. Bunda da kendisinin bir sıfatı ve hakkı yoktur. insan yaşamalarını arzu ettiği kişilerin birçoklarını birer birer, ya hayatta iken onlardan uzaklaşarak ya da onların hayattan çekilmeleri ile kaybeder ki, bu konuda da vaziyete hakim değildir ve bunlara boynunu bükerek itaat eder.
Nihayet insan bilmediği ve beklemediği bir günde kendi yok olur. Bu yok oluş da, kendisinin arzusu veya iradesi dahilinde değildir.
Vicdansız nasri ve saz arkadaşlarından oluşan grup. Gözlerim yeni albüm için yollarda kaldı. *
Şarkının sözleri axl rose'un üzerinde çalıştığı bir şiirden gelmektedir. Bu şarkıyı everly brothers'tan don everly'nin kızı ve kız arkadaşı olan erin everly için yazmıştır. Çift 1990 yılında evlense de bir ay sonra boşanmışlardır.
song facts gururla sunar. *
song facts gururla sunar. *
Angus & Julia stone- down the way olabilir mesela.
Draw your swords, yellow brick road, for you, big jet plane, i'm not yours varken çok da zor olmayan hatta.
Draw your swords, yellow brick road, for you, big jet plane, i'm not yours varken çok da zor olmayan hatta.
Mikroskobik temizlik aşkı.
Kürdan ile temizlik yapanlar ne dediğimi belki anlayacaktır.(belki de dünyada sadece ben yapmak zorundayım)
Kürdan ile temizlik yapanlar ne dediğimi belki anlayacaktır.(belki de dünyada sadece ben yapmak zorundayım)
Çıkarı uğruna yapmıyorsa ne mutlu ona.
Neredeyse bütün coverları ile muhteşem parça.
Haydi biraz da eşlik edelim!
i wish i were special
You're so f*ckin special
But i'm a creep, i'm a weirdo
What the hell am i doing here?
i don't belong here
(Also) i want a perfect soul.
Haydi biraz da eşlik edelim!
i wish i were special
You're so f*ckin special
But i'm a creep, i'm a weirdo
What the hell am i doing here?
i don't belong here
(Also) i want a perfect soul.
(img:#1497008)
Eğer insan çok fazla "şey"e gereksinim duyuyorsa, bu büyük bir yoksulluğun göstergesidir. Çünkü bu, o insanın, büyük ruh'un "şey"leri açısından yoksul olduğunun kanıtıdır. Papalagi de yoksuldur, çünkü o tam bir "şey" düşkünüdür. "Şey"leri olmadan yaşayamaz.
Göğü delen adam- eric scheurmann.
Göğü delen adam- eric scheurmann.
Hiç kimse adımı senin gibi yanlış telaffuz edeneyecek.
Muhtemelen bundan sonra dünyadaki hiçbir erkek benim için böğürtlen ve çilek yetiştirmeyecek, ya da o çok sevdiğim yeşil elmalardan bir tane daha yemem için ısrar ettiğinde yemeyeceğim.
Bahçeden içeri her girdiğimde gözlerim seni balkonda arıyor ama yoksun, içerideyken senin balkonda olduğunu düşünüyorum bir ama...
Keşke bugün sen de olsaydın, kardeşime çıkışsaydın, ben sana yine kahve yapamasaydım.
Ama yoksun.
Muhtemelen bundan sonra dünyadaki hiçbir erkek benim için böğürtlen ve çilek yetiştirmeyecek, ya da o çok sevdiğim yeşil elmalardan bir tane daha yemem için ısrar ettiğinde yemeyeceğim.
Bahçeden içeri her girdiğimde gözlerim seni balkonda arıyor ama yoksun, içerideyken senin balkonda olduğunu düşünüyorum bir ama...
Keşke bugün sen de olsaydın, kardeşime çıkışsaydın, ben sana yine kahve yapamasaydım.
Ama yoksun.